Raşit Yıldırım

Ortaklık – Başarılı ve başarısız örnekler

Ortaklık – Başarılı ve başarısız örnekler

Ortaklık kültürü ve sermaye birikimi makalesinde ortaklık ilişkisi, ortaklıkların ekonomideki yeri ve önemi konusunda açıklamalar yapmıştık.

Bu makalemizde Türkiye’deki başarılı ve başarısız ortaklık örnekler verecek ve başarısız olan ortaklıklarla ilgili sebepleri inceleyeceğiz[i].

 

  1. Başarılı örnek Türk ortaklıkları

Aşağıda başarılı ortaklıklar için STFA, Alarko, Anadolu Grubu[ii] ve Netlog örnekleri verilecektir.

Adını ortaklarının ilk harflerinden alan STFA Şirketi 1943 yılında Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya tarafında kuruldu. Her iki ortak da 1932 İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi mezunu.

Fevzi Akkaya o zamanki adıyla Yüksek Mühendislik Mektebini birincilikle bitirdi. Fevzi Akkaya’nın önemli özelliği riski sevmemesi, her şeyi hesaba kitaba vurarak riski sıfırlamaya çalışmasıdır. Bu nedenle evlilik riskini de göze alamamış, 97 yıllık ömrünü bekar olarak tamamladıktan sonra 2004 yılında vefat etmiştir. Okuldaki lakabı “Reis Feyzi” olan Fevzi Akkaya 1976 yılında İTÜ’de Doktor ve 1989 yılında da Boğaziçi Üniversitesi’nde Fahri Doktor unvanlarını almıştır. Fevzi Akkaya’nın mühendislik alanında literatüre geçmiş 500 civarında buluşu olduğu söylenir.

Ayrıca 11 ciltlik “Şantiye El Kitabı” ile “Ömrümün Kilometre Taşları” adlı kitaplarının yazarıdır. Kısaca, Fevzi Akkaya belirsizliklere karşı ihtiyatlı, sonucundan emin olmadığı işlere girmekten kaçınan, riski sevmeyen, sağlamcı bir kişiliğe sahiptir.

İkinci ortak Sezai Türkeş ise farklı özelliklere sahip bir kişiliktir. Aynı yıl (1927) üniversiteye (İTÜ) başlayıp aynı yıl (1932) mezun olan bu iki öğrenci ikinci sınıftan itibaren arkadaşlığı ilerletirler.

Sezai Türkeş arkadaşı Fevzi Akkaya’nın aksine riske girmekten çekinmez, iddialı, atak ve cesurdur. Mühendislik mesleğinde de kendisini hep aşmaya çalışan, mühendislik açısından da riski göze alan, cesaret ve özgüven sahibi bir kişiliğe sahiptir. Zorluklar ve belirsizlikler karşısında işini yarım bırakmayan iddialı bir mühendis.

Bu iki farklı kişiliğin uyumu, 1943 yılında kurdukları müteahhitlik İşletmesini 1976 yılında oluşturdukları STFA Holding’e ulaştırmıştır.

Çatısı altında 43 şirketin toplandığı ve 7 bin civarında personelin çalıştığı firma yurtiçinde ve yurtdışında çok önemli eserlere imza atmıştır.

Ortaklardan biri arabanın gazına basarken diğeri frene basıyor ve araba uygun bir hızla başarılı bir şekilde yoluna devam ediyordu.

Sezai Türkeş ve Fevzi Akkaya’nın bu başarısı 1990 yılında kendilerine tevcih edilen “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” ile resmen de tescil edilmiş oldu.

İkinci başarılı ortaklık örneği olan Alarko Holding.

İshak Alaton ve Üzeyir Garih tarafından kuruldu.

İshak Alaton 1927 yılı İstanbul doğumlu. Liseyi Saint Michel’de okudu. Yokluklar ve sıkıntılar yüzünden liseden sonra okumadı. Bir süre ailesine bakmak için getir götür işlerinde çalıştı. Volvo ithal eden bir şirket aracılığı ile tanıştığı İsveç Konsolosu hayatını değiştirdi. İsveç’te 10 yıla yaklaşan çalışma hayatı İshak Alaton’un kişiliğinin oluşmasında çok etkili oldu. 28 yaşında Türkiye’ye döndü ve Üzeyir Garih’le ortak şirketlerini kurdular.

Üzeyir Garih, ortağına göre daha bir akademik oluşum sürecinden geliyor. 1929 İstanbul doğumlu olan Üzeyir Garih 1951 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi mezunu. Bir süre Carrier Corporation’un Türkiye şubesinde çalıştıktan sonra İshak Alaton’la Alarko Kolektif Şirketi’nin eş ortağı olarak iş hayatına atıldı. “Deneyimlerim” ve “İş Hayatımdan Kesitler” adlı kitapların yazarı. 1984 yılında İTÜ’den Fahri Doktor unvanı sahibi oldu. Birçok sivil toplum kuruluşunda aktif olarak görev aldı.

1954 yılında İshak Alaton’un ortaklık teklifine “evet” diyen Üzeyir Garih’le Bankalar Caddesi Vefa Han’da bir göz odada kurulan kolektif şirket, bugün Alarko Holding çatısı altında farklı alanlarda faaliyet gösteren çok sayıda şirketten oluşan saygın ve başarılı bir kuruluş.

İshak Alaton ortağını şöyle anlatıyor: “Üzeyir Bey daha pragmatik, daha realist bir insan oldu hep. Ben ise hep havalarda dolaştım. İkide bir ayaklarım yerden kesilirdi. Havalarda dolaşırken de Üzeyir Garih’e çok ihtiyaç duyardım. Çünkü yakalayıp beni yere indirir, gerçeklerle yüzleştirirdi. Medyada yer alıp erken öten horoz durumunda kaldığım her zaman, Üzeyir’in fırçasını yerdim: ‘Senin işin mi bu? Neden bu işlere dalıp bize zarar veriyorsun?’ derdi.”

Başarılı ortaklıklara üçüncü örnek olarak verdiğimiz Anadolu Grubu’nun temelleri 1950 yılında Kamil Yazıcı ve İzzet Özilhan tarafından atıldı. Grubun kurucusu olan bu iki ortak, ortaklık ilişkilerini başarılı bir şekilde sürdürdü ve geliştirdi. Kurdukları şirket bugün borsada işlem gören hisseleriyle, 18 ülkede faaliyet gösteren 29.000 çalışanıyla küresel bir marka haline geldi.

Dördüncü örnek, çıkış noktası Gökbora adlı küçük bir aile şirketine ait. 2014 yılında küçük bir aile şirketinde başlayan yolculuk çok sayıda ortaklık ve girişim ortaklığının oluşturduğu sinerji ile Netlog çatısı altında büyük bir kuruma dönüştü. Bugün (2021) Netlog çok uluslu, çok markalı tam teşekküllü bir lojistik şirketi. Tepede Netlog olsa da altta 14 marka var. Markaların ve şirketlerin her birinin kendi hikayeleri ve kendi planları var. Türkiye’de 21 şehirde 55 depo; Türkiye dışında Dubai, Belçika, Hollanda, İngiltere, Amerika, Singapur, Avustralya ve Çin olmak üzere dokuz ülkede 36 depoları bulunuyor. Toplam 91 depoda 13 binin üzerinde çalışanıyla dünya markalarına lojistik destek veriyorlar. Bu başarı hikayesinin temelinde başarılı ortaklık girişimleri var.

  1. Başarısız örnek Türk ortaklıkları

İslam dünyasında ve Türkiye’de, örnek teşkil eden, başarılı olmuş ortaklıklara az rastlanır.

Buna karşılık, aşağı yukarı hepimiz aşağıdaki olumsuz ortaklık hikâyelerine şahit olmuşuzdur.

İlk yaygın hikâye:

Girişimci bir şahsın deneyimlerine dayanarak düşündüğü, geliştirdiği bir proje vardır. Bu projeyi tek başına gerçekleştirecek sermaye birikimi olmadığından işe başlamak için parası olan, işi birlikte yürüteceği ortak arar. Böyle bir ortak bulursa bu işe birlikte başlarlar.

Bu girişim başarısızlıkla sonuçlanırsa ortaklar birikimlerini kaybederler ve işi tasfiye ederler. Bu başarısızlık sonunda girişimciler zarar etiği gibi, bu kişilerin çevresindeki diğer insanlar da bu başarısız deneyime tanıklık etmiş olurlar. Bu tanıklık benzer girişimler için olumsuz bir algıya yol açar.

Girişim başarılı olursa ortaklar bir süre birlikte çalışmaya devam ederler. Ancak belli bir süre sonra, aşağıda ayrıntılı olarak ele alınacak sebeplerle, ortaklar ayrılarak kendi işlerini kurarlar. Genellikle de aynı alanda veya benzer işler yaparlar, muhtemelen dünün ortakları bugünün rakipleri haline de gelirler.

İkinci yaygın hikâye:

Müteşebbis bir iş adamı veya esnaf başarılı bir iş kurar. İşini kârlı bir şekilde yürütür. Bu iş adamının ailesi büyüdükçe şirketle ilgilenen aile üyeleri arasında ihtilaflar çıkar, iç çekişmeler başlar. Müteşebbis aile reisinin yönetimden çekilmesinden veya vefatından sonra aile üyesi varisler arasındaki ihtilaflar artar. Sonunda şirket üçüncü şahıslara devredilir veya tasfiye yoluyla varisler arasında paylaşılır.

Bu iki yaygın hikâye sosyal genlerimize yerleşmiş ortaklık (daha doğrusu ortaklık yapmama!) kültürümüzü özetliyor.

Başarısız işçi şirketleri veya halka açık şirketler

Bu yaygın sosyal hikâyelerin yanında, 1980’lerden sonra yaşanmış, yurt dışında çalışan Türk iş gücüne ve/veya alt gelir düzeyindeki muhafazakâr kitleye dönük “İşçi Yatırım Ortaklıkları” veya “Halka Açık Holding” olarak bilinen, ortaklık girişimlerinin de anılması gerekir.

Sayıları yüzlerle ifade edilen bu holdinglerin başarısızlığı da maalesef ortaklık kültürümüzü olumsuz yönde etkilemiştir. Bu holdinglerden Kombassan, İttifak, Yimpaş gibi çok azı ayakta kalabilmiştir. Ayakta kalan holdingler de şimdilik ancak hukuki varlıklarını sürdürmekte, ortakların ısrarlı taleplerine rağmen kâr dağıtımı yapamamaktadır. Bu holdinglerin başarısızlık sebepleri aşağıda ayrıca ele alınmıştır.

  1. Türk ortaklıklarının başarısızlık sebepleri[iii]

Ortaklıkların başarısız olma sebepleri genel sebepler ve işçi şirketlerine özel sebepler olmak üzere iki grup halinde ele alınmıştır.

Ortaklıkların genel başarısızlık sebepleri:

  1. Sözleşme ve müzakereye dayanmayan ortaklıklar: Ortaklık ilişiklerinin esaslarının yazılı sözleşmeye dayanmadığı ortaklıklar uzun süreli olmadığı gibi, ortaklıktan ayrılmalarda da sık sık anlaşmazlıklar ve kırgınlıklar yaşanır.
  2. Fizibilitesi ve planlaması yapılmamış girişimler: Batı kültüründe, finansal sonuç doğuracak tüm girişimlerden önce mutlaka fizibilite değerlendirmesi ve planlama yapılır. Projenin büyüklüğüne ve üstlenilecek risk seviyesine göre fizibilite çalışmasının boyutu ve derinliği de farklılaşır. Küçük bir iş de olsa bu değerlendirme yapılmadan işe başlanmaz. Bizde ise genellikle hayali projelerle, “Türk gibi başlamak”, “kervanı yolda dizmek” deyimlerinin içeriğine uygun olarak, ortaklıklar başlatılır. Sonrasında ise genellikle hayal edilen iş gerçekleşmez veya konulan sermayenin yetersiz kalmasıyla finansman problemleri yaşanır. İş gerçekleşse ve finansman sıkıntısı yaşanmasa da bu defa gerçekleşen kârın kimi ortakların beklentilerini karşılamadığı görülür.
  3. Ehliyetsiz, düşük nitelikli yönetici ve çalışanların istihdamı: Yeni kurulan ortaklıklarda işi iyi bilen yetkin kişilerle çalışmak yerine; itiraz etmeyecek, düşük ücret alacak yöneticiler ve çalışanlar istihdam edilir. Aranan önemli özellikler “sadakat” ve “itaat”tir. Profesyonel yöneticilerin ve nitelikli personelin istihdam maliyetinin yüksek olacağı mantığı ile tercih edilen bu politika zamanla işletme kültürü haline gelir.

Şirket büyüse ve nitelikli personel maliyetini karşılayacak seviyeye gelse de oluşan yapı ve kültür, profesyonellerin sonradan istihdamını zorlaştırır. Şirket istihdam politikası bir kısır döngüye girer. Düşük profilli personel istihdamı şirketin değişen koşullara uyumunu zorlaştırır ve rekabet gücünü zayıflatır.

  1. Kayıt ve raporlama sisteminin olmayışı veya eksik olması: Ortaklığın başlangıcı bir sözleşmeye dayanmadığı gibi faaliyetleri de genellikle yasal zorunluluklarla sınırlı olarak kayıt altına alınır. Yasal zorunluluk olmayan iş ve işlemler kayıt altına alınmaz. Kayıtlar önemsenmediği için raporlamaya da ihtiyaç olmaz. Hâkim ortak veya yöneticinin ilgi alanına göre ciro veya kasa/banka durumları gibi sınırlı raporlar üretilir. Bilanço, gelir tablosu ve diğer finansal raporlar vergi muhasebesine uygun olarak hazırlanır. Kayıt ve raporlama sisteminin yetersizliği şirkete ortak olanlar veya olmayı düşünenler için olumsuzluk oluşturur.
  2. Denetim eksikliği: Kayıt ve raporlama sistemi yetersizliğinin yanında, kontrol ve denetim sistemi de yoktur. Yasal zorunluluklarla sınırlı denetim raporları şirketin gerçek durumunu göstermez. Olan kontrol ve denetim işlemleri de hâkim ortak ve yönetici arasında gizli bir bilgi olarak muhafaza edilir.
  3. Güven eksikliği: Bölüşmenin, başarılı bir işbirliği geliştirmenin ilk ve en önemli şartı karşılıklı güvendir. Yukarıda açıklanan sebeplerin de etkisiyle, Türk toplumu olarak güven konusundaki notumuz maalesef iyi değil. 1990 yılından beri 14’üncüsü 2012 yılında gerçekleştirilmiş olan “Değerler Atlası” raporunda Türkiye epeyce alt sıralarda yer alıyor. Bu raporun, Prof. Dr. Yılmaz Esmer tarafından açıklanan Türkiye sonuçlarına göre, “genel olarak insanlara güvenilebilir” diyenlerin oranı yurdumuzda yüzde 12 olarak tespit edilmiştir[iv].
  4. Aile şirketlerine dönük problemler:

Bakınız:

Aile şirketlerinin kurumsallaşması ve sürdürülebilirliği

İşçi şirketlerinin veya halka açık holdinglerin başarısızlık sebepleri

  1. Yasal statüsü ve alt yapısı olmayan yöntemle ortak alınması: Bu tür şirketlerde genellikle bir makbuzla ortaklardan tahsilat yapılmıştır. Bu makbuzun ortaklık hukuku ile ilgili yasal bir geçerliliği yoktur.
  2. Gerçekçi olmayan, dövize endeksli %20-%40 kâr payı taahhüdü: Ortaklar genellikle yurt dışından bulunmuştur. Yurt dışındaki ortaktan döviz alındığı için, ortaklık hesabının dövize endeksli olarak yürütüleceği açıklanmıştır. Yıllık banka faizlerinin %2-%5’lerde olduğu bir ekonomik ortamda, %20-%40 arasında değişen kâr payı vaatlerinin hiçbir işletme tarafından karşılanması mümkün olmadığı halde, bir süre bu vaatler yerine getirilmiştir. Yüksek kâr payları yeni ortak kayıtlarından gelen kaynakla karşılanmış, verilen kâr payının yüksekliği de ortaklık taleplerini artırmıştır.
  3. Ortaklara istihdam vaat edilmesi: Bazı şirketler, ortak olan kişilere Türkiye’ye dönüşlerinde iş garantisi vermiştir. Örneğin Yimpaş 2000 yılına kadar, 20 bin DM hisse alan ortağa, 2000 yılından sonra ise 100 bin DM hisse alan ortağa istihdam garantisi vermiştir. Kimi şirketler istihdam garantisini ortağın şahsıyla da sınırlı tutmamış, ortağın önereceği bir akrabasının da bu haktan faydalanabileceğini açıklamıştır. Yatırım/istihdam hesabını ve dengesini dikkate almadan verilen bu vaat de sıkıntı oluşturmuştur.

İİBK’nun verilerine göre; ortaklara vaat edilen 39.425 kişilik istihdam kapasitesine karşılık,1977 yılında, 160 işçi şirketinin ürettiği toplam istihdam kapasitesi 5.296 olarak gerçekleşmiştir.

  1. Gereksiz ve niteliksiz iş gücü istihdamı: Ortaklara verilen vaade bağlı olarak, ihtiyaç olmayan kişiler ve niteliksiz personel istihdamı yaygınlaşmıştır. Bu uygulama maliyetleri artırmış, verimliliği düşürmüş ve rekabet gücünü zayıflatmıştır.
  2. Hisselerin geri alınmasının vaat edilmesi: Kimi şirketler sattıkları hisseleri satış tarihindeki DM değeri üzerinden geri almayı taahhüt etmişlerdir. Hisse senedi mantığına uymayan bu vaat kriz döneminde şirketleri sıkıntıya sokmuştur.
  3. Şirket kaynaklarının likiditesi düşük taşınmazlara tahsis edilmesi: Ortaklara yapılan istihdam ve yatırım vaatlerine bağlı olarak toplanan kaynaklar gayrimenkul, fabrika, makine ekipman gibi likiditesi düşük alanlara bağlanmıştır. İhtiyaç duyulduğunda yaşanan nakde dönme zorlukları kriz dönemindeki sıkıntıları artırmıştır.
  4. Yönetimi ele geçiren azınlık grupların istismarı: Kimi şirketlerde, çoğunluğun haklarını görmezden gelen, yönetimde etkin olan azınlıklar, küçük ortakların hisselerini çok düşük bedellerle almıştır. Hatta kayıt dışı faaliyet gösteren bazı işletmelerde, diğer ortakların hisselerinin kayıt dışı kazançlardan elde edilen gelirle karşılandığına dönük iddialar oldukça yaygınlaşmıştır.
  5. 28 Şubat 1997 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu kararıyla başlatılan “irticaya karşı mücadele” süreci: Bu süreçte, “yeşil sermaye” olarak tanımlanan bu şirketlere karşı devletin tüm organları kullanılarak dışlayıcı ve ötekileştirici bir tavır alınmıştır.
  6. 2001 ekonomik krizinin etkisi: 28 Şubat süreci ve 2001 kriziyle beraber ortaklardan yeni nakit girişi azalmış, ortaklar hisselerini iade etmek istemiş, buna karşılık taşınmazları nakde dönme güçlükleriyle birlikte bu şirketler çok ciddi finansal kriz içine girmiştir. Sonuç itibariyle, şirketlerin tamamına yakını tasfiye olmuştur.

Yönetim ve kurumsallaşma konularında eğitim veya danışmanlık desteğine ihtiyacınız mı var?

Bize ulaşın…

Ortaklıklarla ilgili benzer makaleler:

Ortaklık kültürü ve sermaye birikimi

Ortaklık önerileri ve ortaklık sözleşmesi

Acı ve ders dolu bir ortaklık hikayesi!

[i] Bu makalede faydalanılan temel kaynak: Yıldırım, R (2016). Yönetim Anlayışımız ve Kültürel Temelleri. Hayat Yayınları. İstanbul: Alioğlu Matbaacılık. S 487-500.

[ii] Müfüoğlu, T. (2014, Haziran 13), Uyumlu Farklılıklar: Başarılı Ortaklık Örnekleri, Dünya Gazetesi.

[iii] (Hekimoğlu, 2009; Sarıoğlu, 2003; Taş, 2011) Hekimoğlu İsmail, (2009), Müslüman ve Para, Timaş. Sarıoğlu, G.P. (2003), Local economic development Yimpaş case, ODTÜ, YL tezi, Ankara. Taş, H. (2011). Politics of re-building secular hegemnoy and the subject in post-1997 Turkey, Bilkent, Doktora tezi.

[iv] Müfüoğlu, T. (2014, Haziran 13), Uyumlu Farklılıklar: Başarılı Ortaklık Örnekleri, Dünya Gazetesi.

Facebook
WhatsApp
Twitter
LinkedIn
Pinterest